Something Deep

Birkaç gündür, farklı sebeplerle kendimle ve yapmak istediklerimle ilgili ciddi bir şekilde düşünmeye başladım. Bunun sebebi ne yapmak istediğimin farkında olmamam ya da yapmak istediğim bir şey olmaması değil, bazı noktaların kafamda tam olarak net olmadığını farketmemdi. Yapmak istediğim bir şeyler, önüme koyduğum planlar var elbette ama bunları tam olarak neden yapmak istediğimi çok fazla düşünmüyormuşum gibi hissettim. Bu da biraz garip geldi bana.

Yazmak istiyorum, yaratmak istiyorum, ortaya bir şeyler koymak istiyorum (ve bunların yanında bu yaptıklarımla hayatta kalabilmek istiyorum ama o şimdilik başka bir yazının konusu). Böyle söyleyince her şey oldukça netmiş gibi görünüyor ama biraz daha derine inince durumun pek de öyle olmadığını fark ettim. En azından bunu ilk düşünmeye başladığımda pek öyle değildi. Bunu daha açık bir şekilde iki gündür bitirme tezim için bir şeyler derlemeye ve kafamda bir şekil oluşturmaya çalışırken anladım. Biraz üzerinde durduktan sonra da buna bir cevap vermeden bir şeylere devam edemeyecek noktaya geldim.

Felsefe ve bilimkurgu benim bir şeyler yaratmak, parçası olmak istediğim iki alan. İlgilendiğim birçok şey de bu ikisinden en az biriyle bağlantılı ya da ben o bağlantıyı kurmaya çalışıyorum. Peki emeğimi bu alanlarda harcamama sebep olan dürtü ne? Neden bu ikisi beni bu kadar çekiyor? Paranın çok olduğu alanlar değil, öyle olsa “Demek ki tüm derdim paraymış” der, kestirip atardım. Ya da benzer bir şekilde “Seviyorum” diyip kaçamak bir cevap da verebilirim ama bu da beni tatmin etmiyor. Karizmatik bir havam olsun gibi bir derdim de yok, bir şeyleri sırf birilerini etkilemek için ya da birileri beni sevsin diye yapacak zeka yaşını çoktan aştım. Bu konularda verilen tüm klişe cevapları böyle böyle eledim kafamda. Zaten klişelerden ve kalıplardan zerre hoşlanmayan biriyim, böyle bir konuda onları kullanmak kendimle dalga geçmek olurdu.

Sonra kendi yaptıklarıma dönmeye karar verdim. Belki yarattıklarımın içinde bana cevap verecek bir şeyler bulurum diyerek. Nelerle uğraştığıma, bir şeyler üretirken derdimin ne olduğuna baktım. Kendi yaptıklarımı kafamda daha berrak bir hâle getirme çabasıydı aslında yaptığım. Zaten oradalardı ama onlara bakmayı pek beceremiyordum. Bunu yaptığım zaman ilk fark ettiğim geçmişle muhatap olmayı pek sevmediğimdi. Derdim hep ya günümüz ya da gelecekle alakalı şeylerle. Onlara dair okumayı, çalışmayı, kafa yormayı ve üretmeyi seviyorum. Geçmiş sadece arada bir ziyaret edilip birkaç güzel fikir ve eser alınıp geri dönülmesi gereken bir yer gibi gözümde. Ama bunu yaparken geçmişin bir kısmını tamamen kesip günümüze ya da geleceğe yapıştırmayı çalışanları gördükçe de deliriyorum. Benim geçmişten ufak ipuçları almak dışındaki hareketlere pek tahammülüm yok, derdim şu anda olanı anlamaya çalışmak ve geleceğe dair günümüzden birtakım fikirler üretmek gibi.

Bunları gördükten sonra bir şeyler kafamda biraz daha netleşmeye başlamış gibi geldi. Kendimi biraz daha anlamaya başladığımı hissettim. Ama hâlâ istediğim yerde değildim. Bir şeylere daha ihtiyacım var gibiydi. Bu sırada gün akşam olmuş, ben yiyecek bir şeyler hazırlayıp tekrar bilgisayar başına dönmüştüm. Hard diskte izleyecek bir şeyler ararken “No Maps For These Territories” belgeselini gördüm. İzleyeli bayağı olmuştu, biraz izlemekten zarar gelmez diye düşündüm (eğer izlemediyseniz tavsiye ederim, harika bir belgesel). William Gibson konuştukça benim kafamda bir şeyler aydınlanmaya başladı, belgeselin yarısına gelmeden de eksik parçayı buldum.

* * *

Benim derdim aslında belgeselin başlığındaki cümlede saklı. Tamamen haritasız, yol gösterecek bir şeylerin olmadığı dönemlerde yaşıyoruz. İnsanlığın gelişimi önceki yüzyıllara ve hatta on yıllara göre kat kat hızlandı ve açıkcası ne yapmamız gerektiğinin pek de farkında olduğumuzu zannetmiyorum. Geçmişe kaçıp oradan bir şeyleri aynen kullanmaya çalışmak, kalıplaşmış fikirlerle ve yöntemlerle hareket etmek/düşünmek, tamamen anlamsızca kendini akışa bırakmak beni tatmin etmiyor. Bunu yapanların durumlarını gördükçe de bunlardan birisini tercih etmediğim için seviniyorum.

Ben şu an girdiğimiz bölgeye anlam vermek, buranın bir haritasını çıkartmak ya da bunu yapmaya çalışan başkalarına yardım etmek istiyorum. Tarihten bir şeyleri getirip tekrar kullanmak değil, ihtiyacımız olanı günümüzde yaratmak istiyorum (zaten günümüz dediğimiz şey tarihin düne kadar biriktiği nokta, kaçınılmaz olarak ondan bir şeyler olacak burada da, ileride de. Bkz: hauntology). İhtiyacımız olanın bu olduğunu düşünüyorum, çünkü diğer yolların çoğunlukla bir işe yaramadığını görüyorum. Bu haritayı oluşturabileceğime inandığım iki yol da felsefe ve bilimkurgu, bu alanların beni kendisine çekiyor olma sebebi de bu.

Ancak bu haritayı oluşturmama sebep olan dürtü insanlığı kurtarmak ya da herkese özgürlük vermek gibi bir şey değil. Kalkıp mükemmel bir plan oluşturup herkesi huzura kavuşturacak bir şeyler çıkaracağımı da iddia etmiyorum, aksine böyle bir şeyin neredeyse imkansız olduğuna inanıyorum. Benim derdim tamamen yöntem, benim üretirken kullandığım yöntem bu. Sonucunda ortaya ne çıkacağından, hatta bir şey çıkıp çıkmayacağından emin değilim. Emin olduğum tek şey, ne yaparsam yapayım ortaya bir kalıp çıkartmayacağım.

* * *

Şu anda birkaç gün öncesine kıyasla aklım çok daha net, nöronlar daha verimli çalışmaya başladı. Bunu yazma sebebimse, kendi adıma önemli gördüğüm bir noktayı sizlerle paylaşmaktı. Şu an çok anlamsız görünüyor olabilir ya da kendi kendine zırvalayan birisinin işi gibi duruyor olabilir ama bundan sonra yapacaklarımı üzerine koyunca herkes için daha anlamlı hâle geleceğini düşünüyorum. Gelmese de çok önemli değil, Ahmet’in kendi kendine konuştuğu bir yazı olarak durur arşivde.


Comments

One response to “Derdim Ne Benim?”

  1. […] View Post […]

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.