(Bu yazım ilk olarak Aralık 2013’te Geekyapar!‘da yayınlandı. Geekyapar! arşivlerinde artık yazar olarak görünmediğim için buraya taşıyorum.)

Bilgisayar oyunları, her ne kadar çoğumuz farkında olmasa da, en az sinema kadar edebiyatla iç içe bir alan. Aralarındaki alışveriş her geçen gün daha da artıyor ve daha güzel eserlerin ortaya çıkmasını sağlıyor. Her ne kadar kimi zaman büyük felaketlere neden olsa da, gün geçtikçe hem edebiyat geeklerini hem de oyun geeklerini mutlu edecek daha fazla şeyle karşılaşıyoruz.

Çok da ilginç olmayan bir şekilde, bu alışveriş genellikle bilimkurgu ve fantastik edebiyat alanında oluyor. Bunun sebebini tahmin etmekse pek zor değil; bilimkurgu ve fantastik edebiyat eserleri hayalgücüne sınırsız bir alan veriyor ve burada size istediğiniz gibi oynayabileceğiniz malzemelerle baş başa kalıyorsunuz. Böyle bir imkan, uyarlamalara ve özellikle bilgisayar oyunu senaryosu uyarlamaya oldukça müsait bir malzeme olmalarını da sağlıyor. Hatta J.R.R. Tolkien gibi gerçekten yetenekli bir yazarsanız sadece harika romanlar yazmakla kalmıyor, eserinizden yapılan her uyarlamanın başarılı bir eser olabilmesini de sağlıyorsunuz. Elbette Peter Jackson‘ın ya da Neil Young‘ın hakkını yemek istemem ama Tolkien‘ın yaratıcılığının etkisini de hiçe saymak olmaz.


Benim oynamaktan en çok zevk aldığım iki roman uyarlamasının da point-and-click tarzında olması sadece bir tesadüf, baştan söyleyeyim. O iki oyunsa Harlan Ellison‘un kısa öyküsünden uyarlanan ‘I Have No Mouth And I Must Scream‘ ve William Gibson‘ın ilk ve klasik romanından uyarlanan ‘Neuromancer‘.

Neuromancer benim için en önemli romanlardan birisi, hatta bilimkurguya olan sevgimin bağlılığa dönüşmesini sağlayan bir eser bile diyebilirim. Bu yüzden oyununu görür görmez oynamak istedim ve açıkcası hayal kırıklığı yaşadığım da söylenemez. Oldukça başarılı ve romana uygun denilebilecek bir uyarlamaydı. I Have No Mouth And I Must Scream de keyifle okuduğum bir öyküydü ve oyununun da bir o kadar keyifli ve başarılı olması beni oldukça mutlu etmişti. Bunların yanında Frank Herbert‘ün aynı isimli romanından uyarlanan ve 1992’de çıkan ‘Dune‘ da oldukça başarılı bir uyarlama olarak anılmayı hakediyor.

Günümüze doğru geldiğimizde karşımıza iki büyük edebiyat serisi çıkıyor: Harry Potter ve Lord of the Rings / Hobbit.

Bu iki seriye bağlı oyunların roman değil film uyarlaması olarak anılması gerektiğini düşünenler olsa da, ben o kadar kesin bir ayrımın mümkün olmadığını düşünüyorum. Oyunların filmlerle aynı dönemlerde çıkıyor olması, yapımcıların filmleri temel aldığı anlamına gelmez, ki iki oyunun da filmleri elinin tersiyle itip, direkt kitaba odaklanan oyunları oldu. Dosyamızda inceleyeceğimiz 2003 yapımı The Hobbit, 2006 çıkışlı Lord of the Rings Online: Shadow of Angmar, 2001-2004 arasında çıkmış ilk üç Harry Potter oyunu bunlara örnek.

Fakat eğer beyaz perdeyi pas geçip, direk sayfalardan monitörlere atlayan bir eserlere döneceksek, kuşkusuz Metro 2033‘ten söz etmemiz gerekiyor. Romanın ilginç bir konu seçmiş ve bunu başarılı bir şekilde anlatabilmiş olması, üzerine oyunun da bu öyküyü güzel bir şekilde uyarlayabilmesi sanırım bu başarının temelinde yatan en önemli sebepler. Ayrıca oyunun yakaladığı başarı, daha önce hiç adı duyulmayan bir yazarın bir anda her dilde rafları doldurabilmesini sağladı. Eğer oyun çıkmasaydı, büyük ihtimalle romanı Türkçe’de okuma şansı bulamayacaktık.

Elbette sadece bunlardan ibaret değil uyarlamalar. The Witcher, Dante’s Inferno, Parasite Eve, American McGee’s Alice, Sherlock Holmes: The Awakened gibi birçok roman uyarlaması ya da romanları temel alan oyun var. Bunlardan bazıları esere belli bir ölçüde sadıklar, bir bölümü ise ana materyali tamamen başka bir biçimde hayal ediyorlar. Dante’s Inferno İlahi Komedya‘nın ne tonuna, ne de ruhuna sadık kalmayı tercih etmiyor, American McGee’s Alice ise Alis Harikalar Diyarında‘nın görünürdeki havasını değil; satır aralarında gizli havasını solutmayı tercih ediyor.


Elbette uyarlamalar tek taraflı olmuyor. Birçok oyunun öyküsü de romanlaştırılıyor. Bunlar kimi zaman oyunun asıl öyküsünü bir romana çevirmekle kalırken kimi zaman da oyunun öyküsünü besleyen, onu daha detaylı bir hâle getiren, oyundaki hikayenin öncesini veya sonrasını anlatan eserler oluyor.

Oyunlardan romanlara uyarlamalarda başarılı olanlar genellikle ikinci tarzda yazılan eserler oluyor. Bunlar oyunların hayranlarına hitap ettikleri gibi, sadece eserin tarzını sevenler tarafından da zevkle okunabilecek eserler. Ayrıca ikinci gruba giren bu eserlerin genellikle seriler hâlinde yazılmaları da bir diğer ortak noktaları.

Aralarında hem satış ve ilgi anlamında hem de edebiyat anlamında en başarılı kabul edilenlerden dördü; Doom, Diablo, Starcraft ve Warcraft (alt dalı World of Warcraft ile birlikte). Açıkcası bu oyunların birçoğunun senaryosunu oldukça başarılı bulduğum için, bunlardan başarılı roman uyarlamalarının yapılmasına da çok şaşırmadım. Sadece senaryo da değil, eğer oyun üzerine inşa yapılabilecek bir dünya yaratıyorsa muhtemelen sağlam bir kalem, o dünyaya sağlam bir roman dikecektir.

Elbette bunların yanı sıra pek haberimizin olmadığı ya da Türkçeye çevrilmediği için buradaki oyuncular tarafından çok bilinmeyen birçok uyarlama da mevcut. Metal Gear Solid serisi, Tom Clancy’s Splinter Cell serisi, Assassin’s Creed serisi, Hellgate: London üçlemesi ve Mass Effect serisi bunlardan sadece birkaçı. Bu uyarlamaların pek çoğunun; özellikle de dünya inşasına pek ehemmiyet göstermeyen oyunları temel alanlarının promosyon mantalitesiyle üretildiğini söylemek mümkün. Yoksa Battlefield 3’ün bir roman uyarlamasına sahip olmasını başka nasıl açıklayabiliriz bilmiyorum..


Tüm bunların gerçekleşmesini sağlayanlarsa yazarlar. Onlar bu eserlerin ortaya çıkmasını, bu eserlerin uyarlanmasını sağlıyor. Ancak genellikle arka planda bırakılıyorlar ve çok fazla isimleri anılmıyor. Örneğin senaryosuyla herkesi kendisine bağlayan Half-Life ve Portal serilerinin yazarı Marc Laidlaw‘ı ve onun oyun senaryoları yazmadan önce oldukça başarılı bir bilim kurgu yazarı olduğunu bilen çok az insan var.Aynı şeyi Jeffrey Yohalem, Jesse Stern, Rhianna Pratchett gibi isimler için de söylemek mümkün.

Bununla birlikte son zamanlarda bazı yazarlar aynı zamanda oyun yazmaya da merak salmış durumda. Bunların içinde en çok merak ettiklerim, favorim yazarlarımdan olan John Scalzi ve Neil Gaiman’ın projeleri. John Scalzi, Morning Star ismini verdikleri, tabletler ve akıllı telefonlar için hazırlanan oldukça ilginç bir space adventure tarzı oyun projesinde ve aynı zamanda senaryosunu yazıyor. Neil Gaiman ise Wayward Manor isimli bir puzzle adventure oyunuyla 2014 baharında karşımıza çıkacak. Gördüğümüz gibi sadece öyküler değil, yazarlar da oyunlarla romanlar arasında dolaşıyorlar.


Her ne kadar oyun kritiklerinde ve oyun alırken yaptığımız seçimlerde pek belirleyici olmasa da benim için oyunların senaryoları, anlattıkları öyküler oldukça önemli. Senaryosu olan bir oyun oynayacaksam bana ne anlattığı, nasıl bir hikayenin içinde olduğum, bunun başarılı anlatılıp anlatılmadığı öenmlidir. Oyun adını vermiş olsak da, bize bir hikaye anlattıklarını çoğu zaman unutuyoruz. Bu alışveriş, aslında bu hikayelerin oyunlar için ne kadar önemli olduklarının da bir göstergesi. Başarılı romanların başarılı oyunları, başarılı oyunların başarılı romanları ortaya çıkarabilmesinin sebebi de bu aslında. Eğer Tolkien gerçekten yetenekli bir yazar olmasaydı, Hobbit‘i izlemesi veya Lord of The Rings oyunlarını oynaması da bu kadar keyifli olmayacaktı.


Comments

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.